Şimdi şöyle oluyor; sen kendini “biri”
sanıyorsun ve de akıllı. Kül yutmaz, adil,cesur, agresif. Lider ve
entelektüel; duyarlı ve empatik. Hayal dünyasını, gündelik yaşama rağmen
koruyabilen.. Neyse işte.. Sonra bir şey oluyor; sen kendini “minnacık”
hissediyorsun ve aptal. Kandırılmışlık hissiyle debeleniyorsun. Haksızlığa
uğramış ve işe yaramazsın o an. Tabi bildiğin her şey anlamını yitiriyor.
Adalet ve aidiyet, kitap ismini çağrıştırıyor sadece. Etrafta dolaşan kocaman
bir soru işareti oluyorsun. Arada ünlemleşmeye yeltensen de sesin çıkmıyor.
Kolay değil küüüt diye her şeyin ters yüz olması. Sonra yine bir şey oluyor.
Sen kendini “biri” sanmak istiyorsun, ama dilin yandığı için “du bakalım,
hemen havaya girmiyim “ diyorsun.
Bildiklerini tekrar gözden geçiriyorsun.
Cesaretin “körlemesine dalış”tan daha farklı bir anlamı olduğunu, adaletin iki
taraflı bir madalyon olduğunu, kül yutabileceğini hatta kül kusabileceğini
falan anlıyorsun. Aptallık ile akıllılığın oranları değişse bile, her bünyede
mevcut olabileceğini kabulleniyorsun. Duyarlı olmanın ve empati kurmanın
insanoğlu ile ilişkilerin her aşamasında işe yaramayacağını da kavrıyorsun
haliyle. Hayal dünyanı korumaya devam edebildiysen bu evrilmeler esnasında,
şanslı oluyorsun. Çünkü “gerçekte olduğun kişi”ye ulaşma yolundaki tohumların
muhafaza edildiği yer orada.
Şimdi, bu yazıya bir son gerek, ama son yok. Zira hayat hala devam ediyor ve
evrilmelerin ne zaman nerede seni bulacağını bilmiyorsun. Evet.