19 Kasım 2013 Salı

SU



08/05/2148

Yerin 47 metre altında, umuda doğru yol aldığım o yerde, gerçeğin soğuk duvarına çarptım; aldatılan sadece ben değildim, bütün bir insanlıktı.

Durum

Dünyamızdaki su kaynaklarının tükenmeye yüz tutmasının ardından geçen onlarca yıldan sonra, ilk kez insanlık için bir umut doğmuştu ve bu umudun bir de adı vardı; “Treope”. Haber birden yayıldı, bilim insanlarının 22 yıldır üzerine çalıştığı, trilyonlarca krotluk bütçeye sahip proje, nihayet sonuçlarını vermeye başlamıştı. Buzulların erimesi, kıtaların büyük depremlerle parçalanması ve tatlı suların ardından denizlerin de kurumasıyla yaşanmaya başlayan korkunç yıllar artık geride kalacaktı. Atmosferdeki nemi kullanarak su üreten dev fabrikaların, nemin geri dönüşümünü artık sağlayamaz olduğu, kuraklığın katlanarak korkunç bir hızla yayıldığı bir dönemde Treope Projesi, hepimiz için beklenen kurtarıcıydı.

Treope

Proje aslında basit bir teoriye dayanıyordu; laboratuar ortamında suyun moleküler yapısına küçük bir ekleme yapılacak ve su bu haliyle doğal kaynak haline gelebilmesi için toprağa ekilecekti. Bir süre sonra toprak altında çoğalan su, doğal bir kaynak gibi hareket edecek, yeterli olgunluğa ulaştıktan sonra da yer altından çıkartılıp tüketilebilecekti. Ama başlangıçta basit gibi görünen “su ekme” işleminde, önceden hesaplanamayan birçok sorunla karşılaşıldı. Öncelikle, tarımda doğal olmayan yollarla çoğaltma yapmak için farklı bir versiyonuyla uzun zamandır kullanılan ve Treope kapsamında su molekülüne entegre edilen “Silos” eklentisi, beklenmedik bir şekilde “çoğaltmayı” reddetti. Laboratuar ortamındaki deneylerde pozitif çıkan sonuçlar, iş doğanın kendisine uyumlanmaya gelince negatife döndü. (O günlerde çoğu kişi bunu “doğa ananın yapay olana tepkisi” olarak yorumlamıştı.) Bunun üzerine Silos’un doğaya uyum sağlamasını kuvvetlendirecek ve tam 8 yıl süren yeni bir çalışma dönemine girildi.  İşte ben de o yıl, 26 yaşında genç bir doktor olarak Treope Proje asistanlarından biri oldum. Benim gibi dünyanın en iyi üniversitelerinden özenle seçilerek işe alınan 282 asistanla beraber, büyük bir heyecanla görevimi yapmaya başladım, her şeyin değiştiği bu ana kadar…

İsyan

Doğa sporlarına düşkünlüğüm ve bu konuda aldığım eğitimler, bir süre sonra beni Treope Projesi’nin alan çalışmaları yapan bölümünde üst düzey bir konuma getirdi. Artık “şef”lerden biriydim. Görevim, keşfetmekle ilgili güdülerimi tatmin edebildiğim bir oyun alanı gibiydi. Tüm dünyayı dolaşarak Siloslu suyumuzu ekebileceğimiz uygun alan arıyor, ekimi yapıyor, sonra da kaynağın gelişimi ile ilgili raporumuzu hazırlamak için ekim alanına geri dönüyorduk. İşim zevkli fakat bir o kadar da zordu; çünkü gezenimizde uygun şartları taşıyan toprakların çoğu son nükleer savaşta büyük ölçüde zarar görmüştü. Ölçümlemeler radyasyona maruz kalmış alanların çoğunda daha 300 yıl su ekiminin yapılamayacağı sonucunu vermişti. Dolayısıyla geriye kalan kirlenmemiş toprakların tespiti zaman alıyordu. Ama nihayetinde 12 ayrı kıtadaki 17 alanda ekim yapılabildi. Coğrafi koşullar da göz önüne alınarak her bir bölge için farklı kaynak oluşma süreleri ön görüldü. Bu sürelerin sonunda ölçümlemeye gittiğimiz kaynakların hiçbirinde hedeflenen büyümenin gerçekleşmediğini görmek hepimiz için büyük bir hayal kırıklığıydı.
Artık karaborsada satılan suya ulaşmak için sadece zengin olmak da yetmiyordu; toplum yöneticileriyle ya da suç örgütleriyle iyi ilişkileriniz olmalıydı. 30 yıl önce başlayan bölgeler arası savaşlarda sağ kalanlar, şimdi de kendi içlerinde su için mücadeleye başlamıştı. Bunun ardından toplum yöneticilerine karşı bir isyan geleceği konuşuluyordu sokaklarda. Tam da böyle oldu, halk örgütlenmeye ve toplantılar düzenlemeye başladı. Yöneticilere karşı düzenlenen 2 büyük gösterinin ardından 92 direnişçi, bir daha haber alınamayacak şekilde ortadan kayboldu. Kaos,  kurak topraklarımızın üzerinde dolanan kahverengi gökyüzüyle beraber üzerimizde gezinmeye başlamıştı. Ama birden her şey değişti, Treope’den gelen son haber herkesi yeniden ve bu kez çok güçlü biçimde umutlandırdı. Gösteriler ve toplantılar yerini kutlamalara bıraktı; dördüncü ekim alanındaki büyüme hızlanmıştı ve biz de ekip olarak hemen bölgeye yönlendirildik…

Cennet

Hydra Dağı’nın su ekiminde başarılı sonuç vermesine şaşırmamıştım, zira savaşlar dönemi öncesi burasının “su cenneti” olduğunu anlatan onlarca bilgiye rastlamıştım.
Ve şimdi işte bu efsanevi dağda, yeni bir efsane yaratılmak üzereydi.
Bizden önce bölgeye varmış olan teknik ekip, ekim yapılan derinliğe inmemizi sağlayacak Xayra’nın son hazırlıklarını yapıyordu. Teknik şef Nitzs, toprak altı araştırmaları için tasarlanmış 11 metre boyundaki Xayra’ya koordinatları girdikten sonra ekibimdeki 2 kişiyle birlikte yola çıktık. Hemen her konuda bilgili, sessiz ve kendi halinde biri olan Nitzs’in yola çıkmamızdan 5 saniye önce kurduğu “lütfen dikkatli ol Sanra” cümlesi ve endişeli bakışı aklıma geldi. Onu hiç böyle görmemiştim. 88 dakika sürecek yolculuğumuzun yaklaşık 30 dakikasında bu cümleyi ve Nitzs’in bakışını düşündüm… 45.dakikaya girmiştik ki büyük bir gürültüyle sarsıldık ve her birimiz koltuklarımızdan birer karış havalandıktan sonra sertçe geri düştük. Apar topar maskemi taktım ve neler olduğunu anlamak için Xayra’nın kapsını açan butona bastım. Xayra, önündeki 4 metrelik alanda bulunan organik her şeyi temizleyerek ilerliyordu ve bu demekti ki çarptığımız her neyse toprak ya da kaya değildi. Kapının açılmasıyla birlikte karşılaştığım manzara beni olduğum yere çiviledi. Önümde yaklaşık 5 metrelik bir kapı duruyordu. Sua ve Tark’ı da çağırdım ve onlar şoklarını yaşarken ben de ölçümleme işlemine başladım. 20 cm kalınlığındaki kapı melinyumdan yapılmıştı. Bu da kapının ardındakini görebilmemizin tek yolunun atrek solisyonunu kullanmak olduğu anlamına geliyordu. Toplum yöneticilerinin iznine bağlı olarak kullanılabilen bu solisyonun ekibimizde rutin olarak bulunuyor olmasına bu denli sevineceğimi hiç düşünmezdim. Ekibin biyokimyacısı Sua’nın 15 dakika içinde kullanıma hazır hale getirdiği solüsyonu kapıya uyguladık ve metalin erimesini beklemeye başladık. Hiçbirimizden çıt çıkmıyordu. Kapı incelmeye, bir süre sonra şeffaflaşmaya başladı. Nihayetinde artık diğer tarafla aramızda bir engel kalmamıştı. Beyaz yer taşları ve siyah duvarlardan oluşan bir koridora bakıyorduk şimdi… Yürümeye başladık… Biz yürüdükçe koridor da aydınlanıyordu… En fazla 4-5 metre ötesini görebildiğimiz beyaz zeminde ilerledikçe yaşadığımız gerginlik yerini meraka bırakmaya başladı. Neredeydik? Bu yerin Treope’yle bir ilgisi var mıydı?
DEFALARCA BURAYA GELMİŞ OLAN BEN, NASIL OLUR DA BURAYI BİLMEM?
Nihayet koridorun en sonunda bir ışık belirdi… Işığın aydınlattığı girişe ulaşıp da içeriye baktığımızda donup kaldık. Göz alabildiğine uzanan su dolu bir alan ve üzerinde yükselen tesis... Devasa büyüklükteki tesisin bölümleri arasında bir o yana bir bu yana giden insanlar. Burası neresi? Bu insanlar kim? Ve en önemlisi bu su nasıl burada olabilir?! 
Sua ve Tark’la göz göze geldik. Şu an beynimize üşüşen soruların olası cevabını aslında  biliyorduk ve bunu kabul etmemek için kendimizle mücadele ediyorduk. Geçen yıl bir isyancı grup tarafından yayıldığı düşünülen virüslü bir hologram mesajını hatırladım:
“SİZ TREOPE YALANINA İNANANLAR! SİZ YILLARDIR BİR UMUDUN PEŞİNDE KOŞTURULANLAR!  BİLİN Kİ GERÇEK OLAN TEK ŞEY VAR: KANDIRILIYORSUNUZ! TOPLUM YÖNETİCİLERİ HİÇBİR ZAMAN SUYA KAVUŞMANIZA İZİN VERMEYECEK! ÇÜNKÜ SU “YAŞAM” DEMEKTİR. ÇÜNKÜ YAŞAMI KENDİSİNE BAĞLI BULUNDURMAYAN BİR YÖNETİM, SİZE HER İSTEDİĞİNİ YAPTIRAMAZ. ARTIK UYANIN TREOPE YALANINDAN!”
O zaman isyancı grubun kaos yaratmak için uydurduğuna emin olduğum o sözler, şu an beynimde yankılanıp duruyordu. Kandırılıyorsunuz! Hiçbir zaman suya kavuşmanıza izin vermeyecekler!
Tüm çabalara rağmen projenin yıllardır sonuçlanmamasının nedeni, aslında bazı güçlerin buna izin vermemesi miydi? Bu olabilir miydi? Uzun zamandır süren araştırma-geliştirme çalışmaları, alan taramaları, bekleyişler, harcanan onca krot… Hayır! Bu mümkün değil. Bunca yıl bu kadar korkunç bir yalan söylemiş olamazlar... İçimden geçen şüphe trenini durduruyor ve geri yolluyordum ama o 1 saniye içinde yine geliyordu.    O an, ekiple aramızda projenin neden sonuçlanamadığı konusunu bugüne kadar hiç konuşmadığımızı fark ettim. Sadece yapmamız gerekenleri yapıyor, ardından sessizce küplerimize geri dönüyorduk. İyi kazançlara sahiptik, büyük küplerde yaşıyor, güzel yerlerde yemek yiyebiliyorduk. Hatta 17 günde bir izin bile yapıyorduk. Ve şimdi fark ediyordum ki hiçbir zaman, hiçbir şey sormuyorduk! Diğer insanların bizim kadar şanslı olmadığını görüyor ama bunun için üzülüyor olsak da kılımızı kıpırdatmıyorduk.
Trak’ın sesiyle düşüncelerim bölündü “Nitzs farklı bir koordinat girmiş ve bunu belli ki bilerek yapmış, bize olup biteni göstermek için…” Haklıydı… Nitzs gerçeğin koordinatlarını her şeyi göze alarak girmişti Xayra’ya. Bizimle bildiklerini paylaşmamıştı, inanmayacağımızı düşünüyordu, hatta biliyordu. Ayrıca başı da belaya girerdi. Onun yerine bize gerçeği göstermeyi tercih etmişti. Yine de emin olmalıydık. Sua ile beraber dikkat çekmemeye çalışarak, tesisin merkezi olduğunu tahmin ettiğimiz yuvarlak yapıya doğru ilerlemeye başladık. Merkez binaya vardığımızda dev hologramda sürekli akan verileri gören Sua heyecanla kolumu tuttu “İnanamıyorum Sanra! Şu an çok büyük bir su kaynağının üzerinde duruyoruz! Bu nasıl olur?! “Olur” dedim, “Hep oradaydı o kaynak. Yıllardır saklıyorlardı. İsyancılar haklıydı anlıyor musun? Hepimizi kandırdılar!” Her şeyin ters yüz olmaya başladığı bu noktada gerçek tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştı: Hepsi, 22 yıldır olan biten her şey, aslında toplumsal bir “köleleştirme, pasivize etme” planının parçasıydı. Kim bilir daha kaç tane su kaynağı vardı böyle… İnsanlığın kullanımına açmak yerine depolanan, “güç” için insanlıktan esirgenen… Midem altüst olmuştu. Bir an önce buradan çıkıp herkese gerçeği söylemeliydik.
Ya yeryüzüne hiç çıkamazsak? Ya fark edilirsek?
İşte bu korkutan ihtimal nedeniyle size bu kaydı bırakıyorum dostlarım. Eğer bize bir şey olursa, Nitzs’e yolladığım bu kayıt size yol gösterecek. O kaynakları bulun. Treope belki bir hayaldi ama biz ona inanmıştık. Eğer toplum yöneticilerimiz izin verseydi bu hayal çoktan sonuca ulaşacaktı. Sadece isyanı bastırmak için bir köpeğin önüne atılan kemik gibi bize küçücük bir umut vermeye kalktılar! Zaten bizim olanı, hep orada olanı gerçeğe ulaşmamamız için kullanmaya kalktılar. Dünyamızın farklı bölgelerinde daha pek çok gizli kaynak var. Treope gerçekleşene kadar hepimize yetecek kadar çok! Gidin ve suyu, yaşamınızı, geleceğinizi alın!

09/05/2148

Yeni bir mesajınız var
Şimdi izleyeceğiniz görüntülerden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü; izleyeceğiniz görüntülerdeki üç insan, yerin 47 metre altında, umuda doğru yol aldıkları o yerde, gerçeğin soğuk duvarına çarptılar. Aldatılan sadece onlar değildi, bütün bir insanlıktı. Bu cesur ve onurlu insanlar, çocuklarımızın ve tüm dünyanın geleceğini geri aldı. İnsanlık var oldukça bu üç insan da aramızda yaşamaya devam edecek… 
Onlar sayesinde artık hepimiz biliyoruz;
Suyun belleği hepimizi özgür kılacak…

Nitzs Aris