Hz.Muhammed, Mevlana, Ahmet Usta, Güler Teyze, Nyota, Chiaki… Mustafa Kemal, Che Guevera, Yaşar Amca, Leo, Abdullah, Dilan,
İdris… Sence bu isimlerden hangisi, birbirine çarpan yapraklarının melodisiyle
huzur, azametiyle anlam, vakurluğuyla güven veren kocaman bir ağacının altında soluklanmamıştır?
Soru çoktan seçmeli değil, yaşam ise seçimlerinin toplamı. Anlarla örülmüş,
geçmişten taşımayı tercih ettiklerinle bugününü ve yarınını şekillendiren…
Ben; 1975 yılında doğmuş, 80’lerde çocuk, 90’larda genç
olmuş bir dünyalı. Uçan Kaz Morton’u da alıp uzay gemimle seyahat etmeyi, Zapataistalara
katılmayı da hayal etmişliğim vardır, Kurtuluş Savaşı yıllarına dönüp sırtımda
cepheye mermi taşımayı da. Punk da dinlemişliğim vardır türkü de. İngiliz usulü
sütlü çaya da, Türk usulü bol telveli kahveye de bayılırım. Ama beni “çok”
yakından tanıyanlar bilir ki ben en çok “ağaçlara” hayranımdır. Kendimi bildim
bileli kurduğum düştür bir gün miLyarlarca(!)J
farklı ağaçtan oluşan bir “ağaç bahçesi” oluşturabilmek. (Bu arada İlk
sayımızdaki yazımın “ağaç-bahçe-İstanbul” çerçevesinde olması da tarihi
zamanlara tanıklık ettiğimiz şu günlerde, hoş ve anlamlı bir tesadüf olarak
kişisel tarihçemdeki yerini almış oldu) Düşünsene küçüklü büyüklü bir sürü
farklı ağaçtan oluşan, miss gibi kokan, alabildiğine uzanan o bahçeyi? Tek
başına güzel, bir aradayken muhteşem görünen o ağaçları. Ve tıpkı o ağaçlar gibi yan yana muhteşem
durmaz mıydı her renken her dilden her yaştan insan? İmkansız mı? O zaman en
başa geri dönelim…
Hz. Muhammed bir Hadiste “Birbirinizi kıskanmayınız,
birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize
sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın
kulları kardeşler olunuz” der. Mevlana “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve
kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi
ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün
gibi ol” diye seslenir en içimize. Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh”
sözü, “barış” kavramıyla bütünleşmiştir zihinlerimizde. “Bir devrimci başkasına
atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir” derken, kendi ideolojisinin dilinden,
evrensel bir kavramı da, empatiyi de örneklendiriyor gibidir Che Guevera. Dünyayı
daha “iyi” bir yer yapma misyonunu üstlenmiş, örnek olmuş, milyonları etkilemiş
ve etkilemeye de devam eden bu insanların en önemli ortak noktası “insanlığa”
inanmış olmaları; onlara atfedilen mertebe ne olursa olsun. Peki durum böyleyse
Yaşar Amca, Leo, Abdullah, Dilan, İdris, Ahmet Usta, Nyota, Chiaki, Güler Teyze
neden bir arada yaşamasın? Çok düz bir mantık değil mi? Evet öyle. Tam da bu
düzlükten ve basitlikten kaynaklı olarak da gerçekleşebilir bir şey. Sen buna
inanmayabilirsin ama buna inanan milyonlarca insan olduğunu biliyorum. Onların
bir kısmıyla her gün karşılaşıyorum, bazen aynı yolu yürüyoruz, ama muhakkak
aynı heyecanla birbirimize bakıyoruz. Bir süredir sen de görüyorsun onları
aslında; Taksim’de, Dikmen’de, Brezilya’da görüyorsun. Mahallende, Twitter’da,
Facebook’da görüyorsun. Televizyonda ve gazetelerde yoklar pek, ama bu onları
yok etmiyor, tersine daha da çoğalıyor, renkleniyorlar. Basit olanı
karmaşıklaştırmaya, ulaşılabilir olanı imkansız kılmaya çalışanlara inat;
farklı olanı dışlayana, kendine yeteni bağımlı yapmaya çalışana inat
çoğalıyorlar. Egonun, iktidar istencinin ötesinde, sadece “bir ve birlik”
olunabileceğine inanarak… Ötekileştirmeden, yargılamadan, saygı duyarak ve
saygı görerek … “Ben sadece benim ve sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin”
diyerek… Her türlü totoliter tavrı REDdederek… Yürüyerek, koşarak ve bazen de
durarak… Sabırla, saygıyla ve paylaşarak…
Dünyanın evrildiğini, barış dilinin yayıldığını, insanların
kendilerini korkmadan ifade ettiklerini görmüyorsan senin için üzgünüm. O kadar
çok şey kaçırıyorsun ki!