6 Temmuz 2013 Cumartesi

O AĞACIN ALTINDA SOLUKLANMAK


Hz.Muhammed, Mevlana, Ahmet Usta, Güler Teyze, Nyota, Chiaki…  Mustafa Kemal,  Che Guevera, Yaşar Amca, Leo, Abdullah, Dilan, İdris… Sence bu isimlerden hangisi, birbirine çarpan yapraklarının melodisiyle huzur, azametiyle anlam, vakurluğuyla güven veren kocaman bir ağacının altında soluklanmamıştır? Soru çoktan seçmeli değil, yaşam ise seçimlerinin toplamı. Anlarla örülmüş, geçmişten taşımayı tercih ettiklerinle bugününü ve yarınını şekillendiren…

Ben; 1975 yılında doğmuş, 80’lerde çocuk, 90’larda genç olmuş bir dünyalı. Uçan Kaz Morton’u da alıp uzay gemimle seyahat etmeyi, Zapataistalara katılmayı da hayal etmişliğim vardır, Kurtuluş Savaşı yıllarına dönüp sırtımda cepheye mermi taşımayı da. Punk da dinlemişliğim vardır türkü de. İngiliz usulü sütlü çaya da, Türk usulü bol telveli kahveye de bayılırım. Ama beni “çok” yakından tanıyanlar bilir ki ben en çok “ağaçlara” hayranımdır. Kendimi bildim bileli kurduğum düştür bir gün miLyarlarca(!)J farklı ağaçtan oluşan bir “ağaç bahçesi” oluşturabilmek. (Bu arada İlk sayımızdaki yazımın “ağaç-bahçe-İstanbul” çerçevesinde olması da tarihi zamanlara tanıklık ettiğimiz şu günlerde, hoş ve anlamlı bir tesadüf olarak kişisel tarihçemdeki yerini almış oldu) Düşünsene küçüklü büyüklü bir sürü farklı ağaçtan oluşan, miss gibi kokan, alabildiğine uzanan o bahçeyi? Tek başına güzel, bir aradayken muhteşem görünen o ağaçları.  Ve tıpkı o ağaçlar gibi yan yana muhteşem durmaz mıydı her renken her dilden her yaştan insan? İmkansız mı? O zaman en başa geri dönelim…

Hz. Muhammed bir Hadiste “Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları kardeşler olunuz” der. Mevlana “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diye seslenir en içimize. Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü, “barış” kavramıyla bütünleşmiştir zihinlerimizde. “Bir devrimci başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir” derken, kendi ideolojisinin dilinden, evrensel bir kavramı da, empatiyi de örneklendiriyor gibidir Che Guevera. Dünyayı daha “iyi” bir yer yapma misyonunu üstlenmiş, örnek olmuş, milyonları etkilemiş ve etkilemeye de devam eden bu insanların en önemli ortak noktası “insanlığa” inanmış olmaları; onlara atfedilen mertebe ne olursa olsun. Peki durum böyleyse Yaşar Amca, Leo, Abdullah, Dilan, İdris, Ahmet Usta, Nyota, Chiaki, Güler Teyze neden bir arada yaşamasın? Çok düz bir mantık değil mi? Evet öyle. Tam da bu düzlükten ve basitlikten kaynaklı olarak da gerçekleşebilir bir şey. Sen buna inanmayabilirsin ama buna inanan milyonlarca insan olduğunu biliyorum. Onların bir kısmıyla her gün karşılaşıyorum, bazen aynı yolu yürüyoruz, ama muhakkak aynı heyecanla birbirimize bakıyoruz. Bir süredir sen de görüyorsun onları aslında; Taksim’de, Dikmen’de, Brezilya’da görüyorsun. Mahallende, Twitter’da, Facebook’da görüyorsun. Televizyonda ve gazetelerde yoklar pek, ama bu onları yok etmiyor, tersine daha da çoğalıyor, renkleniyorlar. Basit olanı karmaşıklaştırmaya, ulaşılabilir olanı imkansız kılmaya çalışanlara inat; farklı olanı dışlayana, kendine yeteni bağımlı yapmaya çalışana inat çoğalıyorlar. Egonun, iktidar istencinin ötesinde, sadece “bir ve birlik” olunabileceğine inanarak… Ötekileştirmeden, yargılamadan, saygı duyarak ve saygı görerek … “Ben sadece benim ve sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin” diyerek… Her türlü totoliter tavrı REDdederek… Yürüyerek, koşarak ve bazen de durarak… Sabırla, saygıyla ve paylaşarak…  

Dünyanın evrildiğini, barış dilinin yayıldığını, insanların kendilerini korkmadan ifade ettiklerini görmüyorsan senin için üzgünüm. O kadar çok şey kaçırıyorsun ki!